27 Aralık 2010 Pazartesi

Kraldan çok kralcı olmak

Kraldan çok kralcı olmak, bir şeyi o şeyi bulan/ortaya koyan insandan daha çok savunmak, o kişiye yalakalık yapmak anlamında kullanılır. Muhteşem TDK'ye göre (farketmemiş olanlar için: İroni yapıyorum) birinin davasını ondan çok savunur olmak da demekmiş. Ülkemizde örnekleri bolca olduğundan örnek verme gereği duymadım.

Deyimimizin İngilizcesi more royalist than the king (more: daha fazla, royalist: kralcı, kral yanlısı, than: burada -den -dan anlamında, king: kral). Çevirisi de anlamı da birebir aynıdır.

Bu deyim ayrıca başka dillerde de mevcut
Fransızca: plus royaliste que le roi 
Almanca: katholischer als der papst 

Google Görsel Arama'da Kraldan çok kralcı için çıkan ilk sonuç.

Deyimi gönderen Ahmet Arkın'a buradan teşekkürü borç bildim, nihayet bana da birileri bir şeyler gönderiyor, Ali'nin yanında ezik kalmıyorum, mutluyum.

25 Aralık 2010 Cumartesi

Gülmekten yerlere yatmak

Bunu da açıklatmayın bana. The Dude için açıklayabilirim gerçi, o pek bilmiyor Türkçeyi: Bu ifade, fasulyeyi çok yiyen tekir kediler için kullanılıyor.

İngilizcesi de çok benziyor, ama aynı değil: rolling/falling on the floor laughing (falling: düşmek / rolling: yuvarlanmak, on: üzerine, floor: zemin/yer, laughing: gülmek). Tam çevirisi "gülerek yere düşmek/yuvarlanmak" anlamına geliyor. Aynı insani durumu anlatıyor, ama iki dildeki söz öbekleri arasında çok küçük bir fark da yok değil. Bence göz ardı edilecek bir fark. Önemli olan şey, aşırı gülme eyleminin her iki kültürde de insanın kendini yere atarak gösteriyor olması. Bence bu, her şeye değer. Bir de rakı şişesinde balık olsam.

falling on the floor laughing

23 Aralık 2010 Perşembe

Kıçı tavana vurmak

Öncelikle: Kişisel blogum olsa sorun değil de Ali'ciğimle beraber yürüttüğümüz bir blog olduğundan böyle ayıplı bir başlıkla giriş yaptığım için kusura bakmayın. Gerçi Ali de muhtemelen "de canım n'olacak" diyecektir (kendisi benden daha terbiyesizdir). Bir diğer sorun ise bu söz öbeğinin site konseptine tam olarak uymaması ama onu şimdilik ciddiye almıyoruz.

Aslında sizin de bildiğiniz üzere, kıçı tavana vurmak çok sevinmek, çok mutlu olmak demek. Bir de şaşkınlıktan ne diyeceğini bilememek demekmiş ancak bu bağlamda kullanıldığını hiç duymadım.

Öbeğimizin İngilizce karşılığı hit the roof/ceiling ((to)hit: vurmak, roof/ceiling: çatı/tavan). Yani tavanı vur gibi bir çeviriye sahip oluyor ama başına s/he koyarsanız tavana vurdu anlamına geliyor. Anlamı ise çok sinirlenmek (yani site konseptiyle alakası yok). Yani daha kibar olmasına rağmen bizdekinin aksine olumsuz bir anlamı var. Gerçi çok sinirlenmeyi anlatırken gavurlar "go/going/went apeshit" demeyi tercih ediyorlar, bu da maymun bokuna gitmek gibi saçmasapan bir çeviriye sahip (maymunların çok sinirlenince birbirlerine boklarını atmalarından geliyor olabilirmiş) ama o konuya girmiyoruz. Ali dövme, aklıma geldi yazmam gerekliydi.

hit the roof

19 Aralık 2010 Pazar

Sudan çıkmış balığa dönmek

Kişinin, daha önce başına gelmeyen bir durumda kalarak ne yapacağını bilememesi.

Aynı durum İngilizcede de aynı şekilde belirtiliyor: fish out of water (fish: balık, out of: dışında, water: su). Suyun dışındaki balık anlamına gelen bu ifade, aynı anlama işaret ediyor. Balığın sudan çıktığındaki çaresiz durumu, ataları, her iki kültürde de benzer bir sonuca götürmüş.

fish out of water

14 Aralık 2010 Salı

Çetin ceviz

Aşılması zor bir durumu niteler bizim çetin ceviz. Bu sorgulanmakta olan bir insan da olabilir, çözülemeyen bir matematik sorusu da.

İngilizler buna tough/hard nut to crack (tough: zorlu, çetin, hard: sert/zor, nut: sert ve kabuklu yemiş (to) crack: çatlatmak/kırmak). Kırması zor ceviz/fındık/fıstık gibi bir çevireye sahip oluyor ve birebir aynı anlama geliyor okur bu.

Kusura bakmayınız Ali bana "Türkçen hâlen kötü" dediği için moralim bozuk, böyle tatsız tutsuz yazdım. Türkçe bilmiyorum nasıl olsa, istesem de daha iyisini yazamazdım zaten (ağlayan surat).

tough/hard nut to crack 

Rusçası da varmış okurlar bunun o da şuymuş: крепкий орешек. Anlayan varsa bize de anlatsın, hep biz hep biz nereye kadar..

Aynı gemide olmak

İyiliğin de kötülüğün de herkes için eşit olduğunu çünkü şartların herkes için aynı olduğunu belirtir.

İngilizcedeki karşılığı da oldukça yakın: be in the same boat ([to] be: olmak, in: içeride, same: aynı, boat: gemi/tekne). Ne yakını yahu, aynıymış: "aynı gemide/teknede olmak." Anlamı ve söz dizimiyle de birebir aynı. Böyle bir deyim için, her iki kültürde de karada ya da havada değil de, denizde giden bir taşıtı seçmek gerçekten ilginç. Çeviri değilse, çok heyecanlı ve güzel bir ortaklık anlamına geliyor.

be in the same boat

9 Aralık 2010 Perşembe

Dünkü çocuk değilim!

Bir kişinin, söylenen sözlere ya da durumlara karşı kolayca kanmayacak kadar deneyimli ve yetişkin olduğunu göstermek için kullandığı ifade.

İngilizcede de çok çok benzer bir şekilde söyleniyor: I wasn't born yesterday (I: ben, born: doğmak, yesterday: dün). Tam çevirisi "Ben dün doğmadım" olan bu ifadenin işaret ettiği anlam, bizimkiyle tamamen aynı. Doğum konusundaki benzer söyleyiş, duruma ilginçlik katıyor. Bence tabii.

I wasn't born yesterday!

7 Aralık 2010 Salı

Açık yürekli

İçinden geçenleri filtresiz bir şekilde, sonunda ne olacağını düşünmeden açıkça söyleyen ve bu şekilde davranan kişileri nitelemek için kullanılır.

İngilizcede bu kişilere şöyle deniyor: open-hearted (open: açık, heart: kalp). Çevirisi, bizim Türkçe deyimimizle birebir aynı. İçi dışı bir olmanın, her iki kültürde de, yaşam kaynağı olan "kalbin" açıklığı ile nitelendirilmesi bence ilginç ve güzel bir nokta.

open-hearted

4 Aralık 2010 Cumartesi

Gözden ırak olan gönülden de ırak olur

Görmediğimiz insanlara karşı sevgimizi ve ilgimizi kaybedebiliriz, onları unutabiliriz, bizler çünkü hayırsızız.

İngilizcesinde ise şöyle bir karşıtlık var: out of sight, out of mind (out of: dışında, sight: görüş mesafesi, mind: zihin). Çevirirsek, "görmediğiniz kişiler unutulur" mânâsında bir öz var. Aslında, anlam olarak bizim atasözümüzle birebir aynı ancak anglosaksonlar, gönül yerine zihin sözcüğünü tercih ediyorlar. Biz aşklı meşkli Akdeniz toplumu olarak gönüle gönül koymuşken ve unutacak olmayı, kalbe bağlarken, bu soğuk batılıların aklı fikri raasyonellikte, akılda fikirde.

out of sight, out of mind

2 Aralık 2010 Perşembe

Tahtaya Vur -2-

Aslında tahtaya vur söz öbeğini daha önce incelemiştim. Ancak ben bugün hiç de incelememişim gibi tekrar inceledim, üstelik de öncesinde "yazıldı mı la bu" diye arama da yapmıştım.. Baktım ki yeni tanımım daha güzel, üstelik çok güzel yeni bir kaynak da bulmuşum, yayımlıyorum, bu da bir ilk olsun. Bu aralar hep ilkleri gerçekleştiriyoruz falan.. Umarım kimse beni dövmez (evet, Ali'den korkuyorum).

Kendimi aşıyorum, riski alıyorum ve diyorum ki "artık bunun da ne demek olduğunu açıklamama gerek yok herhalde?". Tamam tamam, nazar değmesin, aman ağzından yel alsın, tahtaya vur da çocuğun kaderi değişmesin vs. vs. gibi bir anlama gelir. Böyle saçmaladım ama bence siz anladınız.

İngilizcede bu öbek knocking on wood olarak geçer, ancak konuşma dilinde knock on wood (knock(ing): vur(mak), on: üzerine/üzerinde wood: tahta) kullanılır (eski tanımıma göre touch on wood da varmış). Knock on wood Türkçesi ile birebir aynı çeviriye ve anlama sahiptir. Ayrıca bu söz öbeğinin yeryüzündeki 32 milyon dilde daha kullanıldığını az önce öğrendim, aşağıdaki uzantıdan onları da inceleyebilirsiniz.

Knocking on wood

Hamiş: Bana kimse bir bok göndermiyor, yine kendim buldum. Gerçi Kevin Smith bir podcast'ta söyledi oradan aklıma geldi. O zaman ben de ona teşekkür edeyim.

1 Aralık 2010 Çarşamba

Kafa kafaya vermek

Birkaç kişinin biraraya gelip bir sorun çözüm üretmek için yardımlaşması, fikir alışverişinde bulunması.

İngilizcedeki amcalarımız, teyzelerimiz buna şöyle demişler: put heads together (put: koymak, head: kafa/baş, together: birarada). Tam çevirisi "kafaları biraraya getirmek" oluyor. Anlamı da aynı, dizilişi de aynı.

put heads together

Hamiş: Bunu da Selen gönderdi, sağ olsun. Bir de düzelti yaptı. Ben geçen gönderdiği deyimde, onun Eski Yunanca'da yüksek lisans yaptığını söylemişim. Değil efenim. Eski Yunanca, lisans eğitimini aldığı yer. Yüksek lisansını Eski Çağ Tarihi'nde yaptı. Gözlerinden öperim.