21 Ocak 2013 Pazartesi

Erkeğin kalbine giden yol

O kadar uzun zamandır yazmıyorum ki yazdığım formatı hatırlamak için eski yazılara bakarken şunu buldum:
Vay arkadaş, o kadar uzun zamandır yazmamışım ki nasıl yazdığımızı hatırlamak için bloga bakmam gerekti

Hayat bazen komik.


Efenim bugünki söz öbeğimiz, bolca bilinen, bayağı da seksist bir söz öbeği, Türkçede olmasını doğal karşıladım da başka dillerde de olması ilginç geldi. Başlıktan da anlayabileceğiniz üzere söz öbeğimiz Erkeğin kalbine giden yol midesinden geçer. Anlamı, erkeğin kalbine giden yolun midesinden geçtiğidir. Yani yazar burada bir erkeği etkilemek istiyorsanız ona güzel yemek yapın demek istiyor, ha ben henüz benden iyi pilav yapan bir kadınla tanışmadığımdan bu iş yaş, demedi demeyin.


Öbeğimizin İngilizcesi de Türkçesi kadar sıradan ve düz, the way to a man's heart is through his stomach (way: yol, to a man's: bir adamın, heart: kalp, through: içinden geçmek, his stomach: onun midesi). Motamot çevirisi, bir erkeğin kalbine giden yol midesinden geçerdir ve birebir aynı anlama gelir. Bu denli aynı yani, %100'ü tutturduk, sevinebiliriz. Kaynak sitemize göre başka dillerde de mevcutmuş bu söz öbeği. Tüm erkek camiasına hayırlı olsun.

the way to a man's heart is through his stomach
erkeğin kalbine giden yol midesinden geçer

2 Ocak 2013 Çarşamba

Vidası gevşek olmak

Tuhaf, saçma sapan, neredeyse aklını yitirmiş gibi hareketler yapan kişiler için söylenen deyim.

İngilizcedeki muadili: have a screw loose (have: sahip olmak, screw: vida, loose: gevşek). Gevşek vidası olan anlamına geliyor. Yani beyin bir mekanizma olarak görülüp, tüm sistemlerini bir arada tutan vidaların gevşemesi de mekanizmanın çökmeye başladığı anlamına geliyor. Ak lınyo lubir.

have a screw loose

Şöyle de bir şey yazmışız zamanında: Tahtası eksik olmak

Almayayım

Kendisine söylenen sözün yalan olduğunu düşünen ve buna aldanmayacağını ima eden kişinin söylediği söz.

İngilizcedeki karşılığı da neredeyse birebir aynı: Not buy (not: olumsuzluk, buy: satın almak). Her iki dilde de kişi, akıllı ve uyanık olduğunu göstermek için ticari bir eylemi metafor olarak kullanıyor. Temelde söylenmek istenen ise inanmamak, kanmamak. Buradan, para harcayan insanların aslında bir yalana kandığını da düşünebilir miyiz? Olabilir. Bizde ise bu anlama gelen bir de Yemezler sözü var.

Not buy

19 Mayıs 2012 Cumartesi

Yediği kaba sıçmak

Kişinin, faydalandığı, yarar sağladığı bir yere/kişiye kötülük yapması anlamına gelen deyim.

İngilizcedeki karşılığı da neredeyse birebir aynı: Don't shit where you eat (don't: yapma, [to] shit: sıçmak, where you eat: yemek yenilen yer). Çevirisi de hemen hemen Türkçedeki hâliyle aynı: Yemek yediğin yere sıçma. Gerçi İngilizcesinde bir uyarı anlamı var, ama maksat aynı. Kakanı tuvalete yap. İnsan ol iki dakika.

Don't shit where you eat

7 Mart 2012 Çarşamba

Balık baştan kokar

Bir olumsuzluğun nedeni, en tepedeki kurumlar ya da yöneticilerdir anlamındaki atasözü.

İngilizcedeki karşılığı şöyle: A fish rots from the head down (fish: balık, rot: çürümek, from: -den/-dan, head: baş/tepe, down: aşağı, alt). Motamot çevirisi, "Balık başından aşağı çürür" olarak yapılabilir. Anlamı elbette birebir aynı.

A fish rots from the head down

1 Şubat 2012 Çarşamba

Ana baba günü

Vay arkadaş, o kadar uzun zamandır yazmamışımız ki nasıl yazdığımızı hatırlamak için bloga bakmam gerekti, güzel blogmuş hee.

Evet efendim, uzun bir aradan sonra yeniden sizlerleyim. Bugünki deyim midir söz öbeği midir nedir bilmediğimiz sözümüz ana baba günü. Ebeveynlerimizin evlendiğini gün anlamına gelmeyen bu söz öbeği çok kalabalık ortamları betimlemek için kullanılır.
Örnek cümle:
"Ali'nin sünnet düğünü ana baba günü gibiydi."

Terimimizin İngilizcesi everyone and their mother (everyone: herkes, their: onların, mother: anne). Yani herkes ve (onların) anneleri olarak çevirebiliriz. Anlamı birebir aynı olmakla birlikte babalar nereye gitmiştir onu bilmiyoruz. Ben şahsen çok kalabalıksa herkes ve anası, aşırı kalabalıksa herkes ve anası ve babası diyorum ama siz demeyin zira sadece analar var İngilizcede.

 everyone and their mother

4 Kasım 2011 Cuma

Araya mesafe koymak / mesafeli durmak

İstenmeyen kişiden ya da işten uzak durmak, belli bir ilişki dozajını geçmemek.

İngilizce karşılığı keep at a distance (keep: tutmak, saklamak, distance: mesafe). Bir kişi ile olduğunda, fazla yüzgöz olmamak için araya konulan ilişki bariyeri olarak geçiyor, ancak bir nesne söz konusu olduğunda, bu deyim, fiziksel bir aralığı da işaret ediyor. Kişi ile ilgili olan kısmı bizim için yeterli.

keep at a distance

4 Nisan 2011 Pazartesi

Kolları sıvamak

Bir işi yapmaya hazırlanmak.

İngilizcesi şöyle: roll up one's sleeves (roll up: yuvarlamak, one: kişi, sleeve: kol, giysi kolu). Tam çevirisi, kişinin giysisinin kolunu yuvarlaması, olan bu deyim elbette Türkçesiyle aynı anlama işaret ediyor. Hazırlık aşamasını, gömleğin ya da giysinin kollarını kıvırmakla eğretilemek göze ve kulağa hoş gelen bir kültür kardeşliği.

roll up one's sleeves

8 Mart 2011 Salı

Burun kıvırmak

Küçümsemek, önem vermemek anlamında kullanılır.

İngilizce karşılığı ise turn one's nose up. (Turn up: çevirmek, kıvırmak; nose: burun)

Buradaki birebirliğin, "omuz silkmek" maddesinde anlatılan birebirlikten farklı olduğunu düşünüyorum. Çünkü orada sözü edilen -2010'un En'lerini belirlerken de değindiğim gibi- bir jesttir. Jestlerin anlamlarındaki paralellik ise farklılık kadar şaşırtıcı değildir bana kalırsa. Her iki kültürde de omuz silkmenin önemsememek anlamına geliyor olması, el sallamanın Yunanistan'da "cehenneme kadar yolun var" anlamına gelmesi kadar ilginç değil. Buradaki burun kıvırmak ise elbette bir mimik değil, evlerden ırak, o ne be öyle! Ancak önemsemediğimiz, küçümsediğimiz şeyleri anlatırken kıvrılan uzvun aynı olması filhakika pek hoş. (Bu cümleyi de ben kurdum, evet.)

Meram benim, takdir sizin.

turn one's nose up


Çıkmadık candan umut kesilmez

Karşılığı TDK'da aynen şöyle veriliyor:
Elden gitti sandığımız bir şeyle ilgimiz büsbütün kesilmemişse gereken çabayı harcayarak onun elimizde kalmasını sağlayabileceğimizi umabiliriz.
Garantisi yok tabii. Umut dünyası.

İngilizcedeki "yakın" karşılığı ise şöyle: While there's life there's hope
(while: -iken, sürece; life: can, canlılık hayat; hope: umut)


Life, yani canlılığın "çıkmadık can" şeklinde karşılık bulması bence dilin zenginliğine güzel bir örnek teşkil etmektedir. Ne güzeldir ki umut, her iki dilde de ölüm kapımızı çalmadıkça varlığını sürdürecektir.

While there's life there's hope


7 Mart 2011 Pazartesi

Gönül telini titretmek

Duygulanmak, içine işlemek.

Bu deyimi her ne kadar TDK Sözlüğü'nde bulamasam da kullanıldığı yerleri ve anları hatırlıyorum. İngilizcedeki karşılığını da görünce buraya yazmak gerek diye düşündüm: tear/tug at heartstring (tear: yırtmak, tug: çekmek, heartstring: aslında böyle bir kelime yok. kalp ipi, gönül ipi olarak çevirebiliriz [heart: kalp, string: ip, şerit]). Bir insanın kalp ipini çekmek/koparmak karşılığına sahip. Anlamı da, biri size bu deyimde atfedilen şeyi yaparsa, içinizde aşk veya sempati duygularının uyanmasına neden olurmuş. İngilizce deyim sitesi böyle açıklamış. Çok ilginç, çok hoş. Neredeyse birebir aynı metaforlar kullanılmış.

Biz bazıları gibi, karşıt anlamlılara geçmedik. Misyonumuzu hâlâ ve inatla sürdürüyoruz.

tear at heartstrings

24 Şubat 2011 Perşembe

Nerede çokluk, orada bokluk

Daha önce bu blogun tek zeki yazarı olduğumu kanıtlamıştım, bugün ise en yaratıcısı olduğumu kanıtlayacağım. Bugün bir zekilik yaparak bir eşleme değil, ters eşlemeyi sizlere sunarak bu blogun tüm amacı olan kültürler arası ortaklıkları da tersyüz ederek kültürler arası farklılıklarımızı ortaya koyacağım. Bölücülük dediğimiz bu olsa gerek.

Nerede çok orada bokluk, fazla sayıda insan bir araya gelince her kafadan ayrı bir sesin çıkacağını ve anlaşmanın güçleşeceğini belirtir.

İngilizce tersi ise the more the merrier (more: daha fazla, merry: şen/neşeli, merrier: daha merry). Yani gavurlar diyor ki ne kadar fazla olursak o kadar şen oluruz, daha fazla eğleniriz. Tam anlamıyla bizimkiyle tezat.



Nerede çokluk orada bokluk aratınca Google görsel'de çıkan ikinci sonuç.


The more the merrier aratınca Google görsel'de çıkan ilk sonuç


The more the merrier

27 Ocak 2011 Perşembe

Lafı ağızdan almak

Karşıdaki kişinin söyleyeceği şeyi, önce davranarak söylemek. Lafı ağzından alınan bünyede, sallanıp da kapağı bir türlü açılmayan gazoz etkisi yapar.

İngilizcedeki karşılığı şöyle: took the words right out of my mouth (took [take fiilinin çekimi]: almak, word(s): sözcük(ler), my: benim, mouth: ağız). Bazı sözcüklerin birebir karşılıklarını yazmadım zira çok saçma görünecekti. Deyim içinde, diğer sözcüklerle kullanılınca bir anlam ifade ediyor böyle sözcükler. Sadede gelirsek, bu deyimin Türkçe çevirisi, "sözcükleri tam ağzımdan aldım" gibi bir şey oluyor. Anlamı elbette birebir aynı. Biçim de, dilegeliş de aynı.

took the words out of my mouth

18 Ocak 2011 Salı

Soğuk ter dökmek

Korkmak, heyecanlanmak.

İngilizcesi: in a cold sweat (in: içinde olmak, cold: soğuk, sweat: ter/terlemek). Bizde soğuk ter dökmek olarak söylenen deyim, onlarda soğuk terler içinde olmak gibi bir anlamda kullanılıyor. Anlamı birebir aynı.

Bir kısa-ama-öz eşleşmede daha görüşmek dileğiyle.

in a cold sweat

17 Ocak 2011 Pazartesi

Ağzı sulanmak

İmrenmek anlamına geliyor. 

İngilizcesi make someone's mouth water
(make: yapmak, hale getirmek, someone: biri, mouth: ağız, water: su) ise daha çok birinin ağzını sulandırmak anlamına gelse de esas noktayı atlamamak lazım: İmrenme hali her iki dilde de ağız sulanmasıyla betimleniyor.

make someone's mouth water

13 Ocak 2011 Perşembe

Çelik gibi sinirleri olmak

(Ya da sinirleri çelik gibi olmak)
Sabırlı, sakin ve sinirleri sağlam olan kişiler için kullanılır. (SS'lerin adının nereden geldiğini merak edenler için.)

İngilizce karşılığı ise nerves of steel (nerve[s]: sinir[ler], asap, steel: çelik). Birebir çevirisi için, sinirleri çelikten (yapılma) denebilir. Her iki dilde de sinir yapısı sağlam insanları tanımlarken çelik sözcüğü seçilmiş.

Ama devir değişti, e tabi çelik de değişti.


nerves of steel

Kıçında kurt olmak

Kıçında kurt olmak için destekleyici Türkçe kaynak bulamadım. Kıçında kurt kaynamak gibi bir şey de buldum ama onu da pek destekleyemedik. Ancak büyük Türkçe dahisi Ali Bey'in yüksek onayıyla kıçında kurt olmak diye bir söz öbeğinin varlığından emin oldum. Özel hayatımda da bolca kullandığım bu söz öbeği heyecandan yerinde duramayan zındıklar için kullanılır. Örneğin "kıçında kurt mu var, otur iki dakika Ali" gibi.

Çevirisi için biraz serbest düşündük, ancak anlamı aynı olduğundan kastım, şöyledir: "((to) have) ants in your pants" ((to) have: sahip olmak/içermek, ant(s): karınca(lar), in: içinde, your: senin, pants: (yerine göre) pantalon veya don)). Motamot çevirirsek pantalonundan/donunda karınca olması gibi ilginç bir kavrama denk geliyor. Ancak anlamı birebir aynıdır: Heyecandan, tedirginlikten vs. den yerinde duramamak. Biz tabii Türk olarak daha müstehcene kaçmışız, gavurlar kibar kibar. Bence bizdeki daha iyi.

Ants in your pants

Google görsel aramada ants in your pants için çıkan sonuçlardan birisi

Efenim bize bu söz öbeğini gönderen Gizem Caner'e teşekkürü borç bilir, doktora savunmasında ve ilerleyen hayatında kendisine başarılar dileriz.

11 Ocak 2011 Salı

Bir elin parmaklarını geçmez

Az anlamına gelir.

İngilizcedeki karşılığı da neredeyse birebir: can count on the fingers of one hand (can: -ebilmek, count [on]: saymak, finger[s]: parmak[lar], one: bir, hand: el). Adedini söylemek istediğin bir şeyi "Bir elin parmaklarında sayabilirsin" biçiminde kullanılıyor. İşaret ettiği anlam elbette birebir aynı, ama farkındaysanız diziliş olarak biraz farklı. Ancak her iki söyleyişte de, nesnenin azlığı, bir elin parmaklarının sayısı ile sınırlanarak belirtiliyor. Ne hoş.

can count on the fingers of one hand

9 Ocak 2011 Pazar

Zeytin dalı uzatmak

Barışın simgesidir.

Pek çok kültürde geçen bu deyimin Fransızcasını ve de İngilizcesini sunarım:
tendre à qn le rameau d'olivier
hold out the olive branch
(hold out: sunmak, uzatmak, olive: zeytin, branch: dal)

Aslında blogun amacına her ne kadar uysa da kültürlerarası etkileşimin bizi pek de şaşırtamadığı bir örnektir. Çünkü zeytin dalı tee Antik Yunan'dan bu yana barışın ve iyi niyetin göstergesi olmuştur. Dolayısıyla pek çok kültürde "zeytin dalı uzatmak" deyimi aynı anlama geliyorsa da burada aslında büyütülecek bir şey yok. Zaten herhangi bir şeyin kaynağı Antik Yunan'a dayanıyorsa emin olun yedi düvel bir araya gelse onu tedavülden kaldıramaz. Aslında zeytin dalı ile barış arasındaki ilişkinin orijini tam olarak bilinmiyor, wikipedia sevgilim de öyle diyor, bakın işte: 


"The original link between olive branches and peace is unknown. Some explanations center on that olive trees take a very long time to bear fruit. Thus the cultivation of olives is something that is generally impossible in time of war. Another explanation could be, since olives are among the first crops, offering an olive branch establishes camaraderie, and maintains peace, through the exchange of cultivation knowledge."

Mealen:

"Zeytin dalı ile barış arasındaki ilk bağın ne zaman kurulduğu bilinmiyor. Bazı açıklamalar, zeytin ağaçlarının meyve vermesinin çok uzun sürmesi temeline dayanıyor. Böyle olunca zeytini savaş zamanında yetiştirmek genelde imkânsız oluyor. Zeytinlerin, hasadı yapılan ilk ürünlerden biri olması sebebiyle, zeytin dalı uzatmanın, yetiştiricilik bilgisinin paylaşılması yoluyla dostluğun kurulmasını ve böylece barışın tesis edilmesini sağladığı yönünde bir başka açıklama da mevcuttur.

Bir de şöyle bir açıklama var, bu da İncil'de geçmekte (Genesis). Nuh, Büyük Tufan'dan sonra uzun zamadır kara yüzü görmeden gemisiyle yol almaktadır. İleride bir kara parçası olup olmadığını öğrenmek için bir güvercin gönderirler, güvercin ağzında bir zeytin dalıyla döner. Böylece gemidekiler kurtulduklarını anlar, zeytin dalı da Tanrı tarafından affedildiklerinin işareti olur.

8 Ocak 2011 Cumartesi

Kuşlar söyledi

Kişinin, gizli ya da öğrenilmesi güç bir bilgiyi nereden aldığını söylemekten imtina ettiği anlarda, bilginin kaynağını gizlemek için kullandığı ifade.

Efendim İngiliz kardeşlerimiz de buna şöyle diyorlar: a little bird told to me (a: bir, little: küçük, bird: kuş, [to] tell: söylemek, to: -e/-a, me: ben). Çevirisi, motamot yapılırsa "bana küçük bir kuş söyledi", serbest stil yapılırsa "küçük bir kuştan duydum" olur. Anlam olarak aynı. Gizli bilgilerin kaynağının her iki kültürde de kuş olması bana ilginç geldi.

a little bird told to me